NEYE NİYET NEYE KISMET
Yıl 2003 …
O yaz, anneannemin memleketi olan Ayvalık’ a tatile gitmiştik.
Çok güzel yerlerdi. Bir gün; kaldığımız otele yakın bir yerde yaşayan, annemin dayısının oğlu bizi teknesi ile balığa çıkardı. Koyları gezdik ilk önce, yüzdük. Sonra da derine gidip balık avlamaya başladık.
Yanlış hatırlamıyorsam balık tutmak için kullandığımız aletin adı çapariydi.
Ucunda kanca şeklinde iğnelerin olduğu bir misina …
Neyse, o akrabamız misinaları hazırladı. Kancalarına yem taktı, bize verdi. Biz de denize attık.
Beklemeye başladık ...
Kardeşim ikide birde “ Vurdu, vurdu!” deyip duruyordu. Akrabamız da “ Kancaya takıldığını hissedince yavaşça çek.” diyordu. Ben ise hissetmeye çalışıyordum, vuran bir şey yoktu …
“ Nasıl vuruyor, ne hissediyorsun ki vurdu vurdu diyorsun?” diye soruyordum kardeşime.
Balık kancaya takılınca misina sallanırmış, mış mış da mış mış …
Aradan zaman geçtikçe ve beyler birbirlerine “ Vurdu bak vurdu.” dedikçe hem moralim bozulmuştu hem de sinirlenmeye başlamıştım. Onlara vuruyor da bana niye vurmuyor diye …
Neden sonra, bana da vurdu !!!
Heyecanım ve mutluluğum görülmeye değerdi doğrusu.
“ Vurdu, vurdu !!! ” diye bağırmaya başladım.
Akrabamız, “ Tamam, yavaşça çek de kancadan kurtulmasın.” dedi.
Sanki bir mucizeyi elde etmişim gibi misinayı bir çekişim vardı ki :)
Evet, kahverengi bir balık yakalamıştım !!! Harika bir duyguydu !!! Hem de onlara o kadar vurmasına rağmen onlar yakalayamamışken, bana hiç vurmadığı halde ben yakalamıştım !!!
O 20’li yaşlarda, egomun esiri olduğumun farkında değildim elbette …
Neyse; akrabamız balığı eliyle tuttu, ağzından kancayı çıkarmaya başladı. Ben de pür dikkat, heyecanla onu izliyordum. Kancadan çıkartınca, balığa şöyle bir baktı ve denize attı. Ben şok !!!
“ Ne yaptın, niye denize attın ? Ben onu tutana kadar canım çıktı.” diye söylenmeye başladım sinirle…
“ İlayda’cığım o bir kaya balığıydı. İşimize yaramaz ki !” dedi akrabamız.
Benim o kadar çaba ile tuttuğum balığı nasıl atabilirdi ki, hem de bana sormadan !!!
O küçük kaya balığını da ne yapacaksam artık …
Sanki kurutup, çerçeveletip, hatıra olsun diye duvara asacağım …
Ah, şu ego … (*)
Sonra benim çapariyi hazırlayıp yine bana verdi. İnanılmaz bozulmuştum.
İçimden söylene söylene yerime geçtim ve misinayı tekrar denize saldım. (**)
Sonra beyler, derin bir futbol muhabbetine daldılar.
Ben hala içimden söylenmeye devam ediyordum, sinirim geçmemişti …
Madem hiç balık tutamayacaktık da, ne işimiz vardı burada hala ? Çok sıkılmıştım.
Zaten çok sabırsız bir insandım, boşu boşuna beklemek eziyet geliyordu.
İnsanlar bu aptalca işten nasıl keyif alıyorlar hayret diye düşünmeye başlamıştım. (***)
Derken yine bir şey misinama vurdu !!!
Baktım, hala konuşuyorlar. Zaten akrabaya güvenim de kalmamıştı.
Emeklerimi heba ediyordu.
Onlara söylemedim bu sefer. Kendi başıma halletmeye karar verdim.
Çekmeye başladım misinayı. Çektikçe o vuran şey, ağırlaşmaya başladı.
O ağırlaştıkça, ben de korkmaya başladım.
Ama yine de inadımdan haber vermiyordum bizimkilere …
Çektim, çektim … Artık kol kaslarım ağrımaya başladı.
Bir yandan da, filmlerdeki gibi köpek balığı filan çıkarsa ne yaparım diye düşünüp tırsıyordum.
Artık çektikçe ağırlaşan o şeyden iyice tedirgin olduğumda bizimkilere haber verdim.
Umursamadılar. “ İçine kum dolmuş bir torba filandır ondan ağırdır.” dediler. (****)
Neyse, zar zor çektim. Artık hissediyordum, suyun yüzeyine yaklaşmıştı avım.
Cesaretimi toplayıp, oturduğum yerden doğruldum, eğildim ve suya doğru baktım.
Aman Allah’ ım o da neydi ??? Acayip bir yaratık, acayip gözleriyle bana bakıyordu !!!
Çığlık atınca, yanıma geldiler. Elimden misinayı aldılar.
Akrabamız kolunu suya sokup, o acayip yaratığı kafasından yakaladı.
O yaratık meğerse oldukça büyük bir ahtapotmuş !!!
Ahtapot uzun kollarını akrabamızın koluna doladı. Akrabamız teknenin içine oturdu.
Ben de onun arka tarafında oturup, ahtapotun bana doğru uzanan o korkunç kollarından çekilmeye çalışıyordum.
O kadar berbat bir durumdu ki, derinde olmasak ve sudaki başka hayvanlardan korkmasam kendimi denize atacaktım. Akrabamız, kardeşime bıçağı alıp ahtapotun iki gözünün ortasına bıçağı saplamasını söyledi.
Çıkan kahverengi sıvı hala gözümün önünden gitmiyor. Feci bir şeydi !
Sonra akrabamız ölen ahtapotu bir torbaya koydu. Kıyıya döndüğümüzde de oradaki balıkçılardan birine sattı.
1.5 metre uzunluğunda bir ahtapotmuş … (*****)
Kardeşim de “ Bu böyledir, çocukluğundan beri ballıdır. Biz bir şey tutamadık, o gitti ahtapot tuttu ya !” dedi akrabamıza.
Çok gülmüştüm. Keyfim yerine gelmişti.
Kıssadan hisse;
(*) Oltamıza takılan her fırsat bizim için hayırlı olacak diye düşünmek yanlıştır !
(**) Ne kadar hayal kırıklığına uğrasak, ne kadar boşa olta sallasak da denemekten asla vazgeçmemeliyiz !
(***) Hayatın akışına kendimizi bırakmayı, Ol’ ana teslim olmayı ve sabretmeyi öğrenemedikçe,
İlahi düzen; bize bu dersi verecek farklı zorluklar ve sıkıntılar yaşatmaya devam edecektir !
(****) Hayatımız boyunca boyumuzdan büyük işlere kalkışmamalı, gereksiz yere kahramanlık yaparak yaşamımızı zorlaştırmamalıyız !
(*****) Oltamıza takılan fırsatların görünüşü değil, içeriği önemlidir !
Velhasıl; hayat da tıpkı bir balık avı değil midir …
Rabbimizin her birimizin oltasına, hayatın her alanında bizler için hayırlı olan fırsatlar yollaması dileğiyle …
Hep Birlikte Sevgi ve Işık Dolu Zamanlara ...
İLAYDA GÜÇLÜ ERSOY
Reiki GrandMaster/Teacher - Melek Enerjileri Eğitmeni
Kristal Terapist – Aromaterapist - Estetisyen - Danışman - Şifacı
www.ametistreiki.com